Uğur Batur: “Son birkaç gündür yaşanan olaylar sebebiyle dünya, Gazze ve Filistin arasında yaşanan gerilimi konuşuyor. Kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ni yöneten Hamas, İsrail'e karşı Aksa Tufanı Operasyonu'nun başladığını duyurdu. İsrail'in farklı noktaları, Gazze'den ateşlenen roketlerle hedef alındı. İsrail Savunma Kuvvetleri, saldırılara karşılık olarak savaş hali ilan etti. Şu anda bir savaş başlamış gözüküyor.
Ortadoğu’da savaş durumu sadece İsrail-Filistin alanını değil bütün dünyayı, terör eylemleri ve yıpratma/bölme politikaları ile olumsuz şekilde etkilemektedir.
Bu son Hamas-İsrail savaşında Türkiye’nin yapması gereken: Savaşın bir an önce sona ermesini sağlayacak temaslar yapmak. Tarafların Cenevre konvansiyonuna uygun hareket etmeleri öğütlenmek. AK Parti hükümeti savaşın bölge güçleri ve dış güçler tarafından Türkiye’ye emrivakiler yapılacak şekilde istismar edilmesini kararlı mesajlar ile engellemek. Türkiye içinde provoke edilmeye uygun olan, Suriyeli-Afgan siyasi gösterileri kararlılıkla engellemek. Olayların kontrol dışına çıkma potansiyeli göz önünde tutularak özellikle İdlib’ten Türkiye’ye bir yeni göç akımına karşı en sert önlemler kararlılıkla almak olmalıdır. Ayrıca bilinmelidir ki; bağımsız Filistin devleti kurulmadan ve bağımsız Filistin devleti İsrail’in yaşam hakkını kabul etmeden Ortadoğu’ya barış gelmeyecektir.
Bunların önemini anlamak için aslında İsrail - Filistin arasındaki olayların nasıl başladığına çok kısaca değinmek lazım. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Filistin topraklarındaki Yahudilerin oranı, yüzde 10 iken, bölge demografisi kısa sürede organize bir şekilde değiştirildi. Filistin’e Yahudi göçleri Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, henüz 1880’li yıllardan itibaren artmaya başlamıştı. Zira Filistin’e göç etmenin Yahudiler nezdinde dinî bir boyutu da bulunuyor. Bu göç dalgalarına “yükselmek/yukarı çıkmak” anlamına gelen “Aliyah” adı verilmiştir.
1882-1939 arası dönem beş adet Aliyah dönemi olarak nitelendirilmiştir. Bu göçler sayesinde on binlerce Yahudi bu topraklara göç etti. Aslında Yahudiler bu toprakları satın almaya 1800lü yıllarda başlamışlardı.
Yıl 1837; Filistin nüfus sayımı yapılıyor, Filistin’de bulunan Yahudilerin toplam nüfusu dokuz bin olarak kayıtlara geçiyordu. Daha sonra Filistinli Araplar, Yahudilere toprak satmaya başlıyor ve bu rakam hızla elli bine yükseliyordu. Böylece 1882'de ikinci Yahudi yerleşimi kurulmuş oluyordu. 1908'de Yahudi nüfusu yüz binin üzerine çıkıyordu. Bu topraklar devlet tarafından satılmıyordu. Bizzat o bölgede yaşayan Arap şeyhlerin şahsi mallarıydı. Ederinin çok üstünde fiyatlara satmak için Filistinli Araplar adeta yarışıyordu. Halbuki Padişahın bu konuda açık emri vardı; hiçbir Yahudi’ye toprak satılmayacaktı. Her şeyin kılıfını uyduran Yahudiler , Alman kimliği ile , İngiliz kimlikleri ile toprak satın alıyorlardı.
Yani öyle işgal ederek başlamadı her şey! Adamlar bastılar parayı aldılar toprakları. Bu kısmı size tanıdık geldi mi? Osmanlı dönemi sonrası Filistin İngiliz himayesi altına girdi ve toprak satışı yasağı kalkınca Yahudiler satın aldıkları toprakların tapularını kendi üzerlerine aldılar.
1925'te 944 bin dönüm satılan arazi miktarı,
1927'de 1 Milyon 124 bin dönüme,
1930'da ise 1 Milyon 700 bin dönüme çıkmıştı.
Bunlar hep satın alınan arazilerdi. Tapulu, belgeli!
1948 yılına gelindiğinde bir devlet kurabilecek kadar toprak satın alınmıştı!
Demek ki neymiş; vatan satılmazmış…
Benzer olaylar bizim topraklarımızda da olmakta ve gelen sığınmacı ve kaçaklardan dolayı hızla ülkemizin demografik yapısı değiştirilmek istenmektedir. Buradan tekrar uyarıyoruz. Çok ama çok hızlı bir şekilde ülkemizde bulunan sığınmacı, Afgan ve kaçaklar güvenli yollarla ülkelerine gönderilmelidir. İdlib’ten Türkiye’ye bir yeni göç akımına karşı en sert önlemler kararlılıkla alınmalıdır. Anayasada yapmaya çalıştığınız madde değişiklikleri ile Türkiye etnik bir cehenneme dönecektir. Derhal bu sevdadan vazgeçilmelidir. Uyarıyoruz; ülkeyi etnik bir cehenneme çevirmeyin.
Bu hafta aslında ülkemiz için, bir başka, çok önemli bir olay yaşandı. Bir SİHA’mız düşürüldü. Bu olay öncesinde Dış İşleri Bakanımız basının karşısına çıkıp, Türk Silahlı kuvvetlerinin o bölgede bir operasyona başlayacağını ve bu operasyon kapsamında da tüm üçüncü tarafları uyardığımızı açıkladı. Buna rağmen gelen açıklama SİHA’mızın Amerikan askerlerine çok yaklaştığı ve bu kapsamda vurulduğu yönündeydi. Bakın; burası muz cumhuriyeti değil. Sen nasıl Amerikan askerini korumak istiyorsan, orada Türk askeri var Türk askeri.
O bölgede PKK ve YPG gibi teröristlere karşı benim askerimin güvenliği tehlikede. Sen benim müttefikim olarak bu konuda ne yapıyorsun? Ayrıca, daha önemlisi SİHA’mızı vuran uçak nereden havalandı. İncirlik üssüden kalktığı yönünde bilgiler gelmekte. Bu doğru mu? Daha buna cevap alamadan dün, Amerikan üssünden atılan bir füze olduğu yönünde yeni bir haber geldi. Tabii İncirlik’ten kalkan bir Amerikan uçağı olması fikri öyle bir gündeme oturdu ki, sonrasındaki füze söylemleri bunu örtbas etmek için mi yoksa gerçek mi bilemiyoruz.
AKP hükümeti niye hala bir açıklama yapmıyor. Bu durum netlik kazanmalı çünkü şayet İncirlik’ten kalkan uçak olayı doğru ise bu olay askerlerimize çuval geçirilme hadisesinden çok daha vahim bir hadisedir.
Ama durum ne olursa olsun. Düşürülen bir SİHA’mız ve maalesef müttefikimiz tarafından düşürülen bir SİHA’mız olduğu kesin. Peki, AKP hükümeti olarak, bu konuda bir NOTA vermeyi düşünmüyor musunuz?
Bu soruların cevapların Türk halkına en kısa sürede vermenizi istiyoruz.
SİZ ORADA YÜCE TÜRK MİLLETİNİN ŞEREFİNİ TEMSİL ETMEKTESİNİZ. YETER ARTIK, BUNA UYGUN DAVRANIN!” dedi.